top of page

Soyadı Kanunu

İsimler, Soyadları ve Doğum Tarihleri Üzerine Bir Hatırlama


1934 yılında Soyadı Kanunu çıkmadan önce, insanlar yalnızca adlarıyla değil, babalarının adıyla da anılırlardı: Ahmet oğlu Mehmet, Hasbi oğlu Kazım gibi. Soyadı Kanunu ile birlikte herkesin bir soyadı alması gerekiyordu. Bazıları bu hakkı kullanarak kendi soyadlarını seçti, ama Anadolu’nun sade, devlete güvenen insanı, “En iyisini hükümet bilir,” diyerek işi nüfus memurlarına bıraktı.


Ne var ki bu güven her zaman karşılık bulmadı. Hali vakti yerinde olanlara “Elibol”, “Gönlübol”, “Molla”, “Hacıoğlu” gibi kulağa hoş gelen soyadları verilirken, yoksul ve sahipsizlere memurlar kimi zaman alay edercesine, kimi zaman küçümseyerek isimler verdiler: “İşer”, “Donsuz”, “Topal”, “Sağır”, “Fırıldak”, “Sülük” gibi… İri burunluya “Karga”, kısa boyluya “Cüce”, zayıfa “Etyemez”… Soyadları yalnızca bir kimlik değil, adeta bir kader haritası hâline geldi.


Aziz Nesin, bu trajikomik durumu şöyle özetlemişti:“Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘Nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça, ne olduğumu düşünüp kendime geleyim diye…”


İsimsiz, kimsesiz yetim erkek çocuklara genellikle “Abdullah” –Allah’ın kulu anlamında–, kız çocuklara ise Fatma, Ayşe gibi isimler verilirdi. İsimlerimiz çoğunlukla Arapça ve Farsça kökenli olsa da zamanla Türkçe isimler de yaygınlaşmaya başladı: Ayyüce, İlkyaz, Beliz, Özgür, Ada, Sungur, Alper…


Bazı isimler ise dönemin ruhunu taşır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında çocuklara en çok verilen isimler "Bülent" ve "Ecevit" olurken, Fenerbahçeli Cemil Turan’ın yıldızlaştığı yıllarda “Cemil” ismi moda olmuştu.


Yine Aziz Nesin’in dikkat çektiği gibi, sıkça çocuk düşüren kadınlar, yaşaması için adak adadıkları çocuklarına “Satılmış”, “Dursun”, “Yaşar” gibi isimler verirdi. “Satılmış” ismi, çocuğun bir türbeye ‘satılması’, yani korunması anlamına gelirdi ve zamanla halk arasında “Satı” olarak kısalırdı.


Doğum kontrol yöntemi gibi kullanılan isimlerimiz de vardı: “Dursun”, “Yeter” ve hatta “İmdat”… Bu kelimeler bir çığlık gibi yankılanırdı yoksul hanelerde.


Tuncel Kurtiz
Tuncel Kurtiz

Geçtiğimiz hafta Edremit’in Çamlıbel Köyü’ne, dönüşte de 19. yüzyılın ilk yarısında Tahtacı Türkmenler tarafından kurulan Tahtakuşlar Köyü’ne uğradık. Türkiye'nin ilk özel müzesi olan Tahtakuşlar Etnografya Müzesi’ni gezdik. Köy halkı, Şaman geleneklerini Alevi kültürüyle harmanlayarak yaşıyor hâlâ…


Ve her zamanki gibi, Çamlıbel’e gelip de “Umut” filminin unutulmaz karakteri Hasan’a, Tuncel Kurtiz’e uğramadan olmazdı. Her ne kadar vasiyeti Tahtakuşlar’a gömülmek yönünde olsa da, bu gerçekleşememiş. 29 Eylül 2013’te, Çamlıbel’e defnedilmiş. İki köy birbirine öyle yakın ki, aralarındaki mesafe bir kilometreyi bile bulmaz.


Kurtiz’in mezar taşında doğum tarihi 1 Şubat yazıyor. Tesadüf bu ya, benim de nüfus kağıdıma göre doğum günüm 1 Şubat. Ama ailem güz sonunda, yani ırgatlığın ve buğday hasadının bittiği günlerde doğduğumu söyler. Yani benim doğum tarihim de yanlış… Ve muhtemelen Kurtiz’inki de öyle.


Gemide ya da karada çalıştığım dönemlerde doğum günü 1 Ocak, 1 Şubat veya 10 Ekim olan herkese sordum. Hepsi de bu tarihin nüfus memurlarınca gelişi güzel yazıldığını, gerçeği yansıtmadığını söyledi. Büyük ihtimalle bizim mezun grubumuzda da bu “klasik” tarihlerle kayıtlı birçok arkadaşımız vardır.


Zaten eskiden pek çok aile, çocukları askere geç gitsin diye yaşlarını küçük yazdırmaz mıydı?


Bu toprakların adı bile "kader"le birlikte anılıyor. Ama isimlerimiz… isimlerimiz bazen her şeyi anlatıyor.


Şükrü Özcan 80'Gv

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Bize Ulaşın

YDO RUHU

Bu sayfada görmek istediklerinizi,

Fikirlerinizi Bizimle Paylaşın   

YDO okul brövesi

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page