DEMOKRASİ
- Alper Akpeçe
- 1 gün önce
- 4 dakikada okunur
Asya’nın kurak topraklarından kopup batıya doğru akın eden Türkler Alparslan'ın 1071 de Malazgirt Meydan savaşı sonucu Bizanslıları yenilgiye uğratması ile Anadolu’ya girip verimli topraklara yerleştiler. Küçük küçük beylikler kurarak dostça barış içinde yaşamayı sürdürdüler. Türk yaşam düzenini ve Türk dilini Anadolu’nun köklerine yerleştirdiler, Anadol’unun taşını toprağını TÜRK yaptılar. (Aslında bunlar daha önce gelen Türkler tarafından da yapılmaya başlatılmıştı.)

Bursa yakınlarında bulunan Osmanlı Beyliğinin kalkışmasıyla Anadolu’daki bütün beylikler birleşti ve 1299 yılında Osmanlı Devleti kuruldu; Osmanlı Devleti gelenek görenekleri ile Türk Devletidir ve toplumun dili Türkçedir, Arapçanın henüz kirletmediği bir Türkçe egemendir kurulan bu Osmanlı Devleti’nde.
,
Yavuz Sultan Selimin 1516 yılında Mercidabık meydan savaşında başarı kazanması ve Araplardan Halifeliği alması ile Osmanlı Devleti’nin TÜRK görünümü kirlenmeye ve yok olmaya başladı. Öyle ki, bu süreçte “ben Türküm” demek suç oldu. Resmi makamlara ağdalı Arapça yerleşti. Türkçe Anadolu’da bir kenara itilmiş bilgisiz halkın dili olarak kullanılır oldu.
En ilkel uygulamalarla toprağı işleyen fakir halk Sarayın aşar ve başkaca vergiler ile yoksulluğa mahkûm edildi. Vergi memurlarına görünmemek için penceresiz dağ oyuklarını konut olarak kullanır oldular.
Sarayın lüks yaşamını sürdürmek için padişahın ganimet seferlerine asker vermek zorundaydı bu garibanlar. Orduyu donatmak bazan çok asker toplama gerektirdiğinden tarlada çalışacak genç kalmazdı elde. Bu duruma isyan eden bir köylünün sözü bu günlere kadar uzanan bir güldürü konusu olmuştur:
“Padişah, benim … bilmem neyime güvenerek ganimet seferleri düzenlemesin !!!!” diye isyan eder.
Osmanlı Devleti Anadolu dışına taşarak birçok memleketleri ele geçirdi. Bu durum Kanuni Sultan Süleyman'ın dönemine kadar sürdü. Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğunda 'Durgunluk' dönemi başladı. Bu süreç İmparatorluğunu yıkılma götürdü .1914 yılında Birinci Dünya savaşı başlamasıyla Avrupalılar (İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan) Osmanlı İmparatorluğunun topraklarını paylaştılar; daha da kötüsü Anadolu’yu da paylaştılar; Yunanistan İzmir ve Ege bölgesine, İtalya Antalya ve Akdeniz, İngilizler Adana ve güneyde Suriye’ye ve Fransızlar Güney doğu Anadolu’ya yerleştiler.
Osmanlı Devleti kurulduğu zaman Avrupa orta çağı yaşıyordu. Felsefe, Bilim, Teknoloji ve Sanayi alanlarında, papazlara karşın, çalışmaları ve buluşları ile orta çağı yırtarak yeni çağa büyük adımlarla girdiler. 20. yüzyıla girildiğinde dünyadaki bütün insanları yönetecek akıl ve zekâları vardı artık.
İki büyük Kuruluş; biri Hristiyanlığı bir kenara koyarak uygarlığı içselleştirmiş; öbürü İslamlığı baş tacı yaparak orta çağda geri kalmış.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılınca ordunun bütün paşaları ne yapacaklarını bilemeden büyük bir yas içindeydiler. “GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA” dışında.

O yapılması gerekeni bildiği için duygusallığa hiç yer vermedi; Türklüğün çamura atılmış cevherinin bilinci ile planını Paşa arkadaşlarına soğukkanlılıkla söyledi:
“YA İSTİKLAL. YA ÖLÜM”
Böylece yapılan yiğitçe savaş sonucu “yedi düveli” vatanımızdan sürdük attık ve sınırlarımızı çizip, Lozan’da Avrupa’ya onaylattık.
Padişahlığın ve Halifeliğin geri geleceği beklenirken, Mustafa Kemal Paşanın üstün siyasi manevraları ve ikna yeteneği ile Mecliste “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” ’kuruluşu onaylandı.
Asıl hedef “DEMOKRASİ” idi. Ancak demokrasinin 13 milyon padişah sever ve cahil halk ile demokrasinin yürümeyeceğini anlayan KEMAL ATATÜRK geçici olarak tek partili dönemi başlattı ve CHP'yi kurdu. Halkın çağdaş ve uygar bir millet olması için devrimlere girişti. Arap alfabesi yerine Türkçe A-B-C'yi koydurdu. Kuranı Türkçeye çevirterek Türkçe A-B-C ile yazdırdı.
Fethi Okyar başkanlığında ikinci bir parti kuruldu, 12.08.1930 tarihinde, çok partili döneme geçmek için. İki üç ay içinde büyük karışıklıklara ve ayaklanmalara neden olunca parti, Fethi Bey tarafından feshedildi. Tek parti ile yönetim sürdü.
1939 da İkinci Dünya savaşı başladı. Dünyadaki bütün devletler savaşa katılmak zorunda kaldılar, yalnız bir devlet savaş dışı kaldı: Türkiye. Üstün siyasi manevra başarısı ile Roosevelt, Churchill ve Stalin'i kafakola alan Cumhur Başkanı İSMET İNÖNÜ, 6 yıl boyunca savaş-dışı kalmayı başardı. Savaşa girmeyen dünyada tek devlet Türkiye oldu. İSMET İNÖNÜ altın çerçeve içinde tarihteki onurlu yerini aldı.
İyilik bilmeyen savaşın ne olduğunu anlamayan bazı yobaz kafalıların düzenlemesi ile bir küçük çocuğu İsmet İnönü'ye “sen beni aç bıraktın (ki ben de çok açlık çektim)” serzenişinde bulunmasına Sayın İnönü'nün insanda büyük bir imrenme uyandıran yanıtı: “Ama babasız bırakmadım” şeklindedir. Benim yaşam boyu kahrolduğum bu milletin büyük bölümünün (Araplaşmış olanlar) böylesine kötü niyetli ve kör olmasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ATATÜRK’ ün asıl amacı; çok partili demokratik parlamenter sistemi yerleştirmekti. 1930 yılına kadar tek parti CHP ile yönetilen Türkiye Cumhuriyeti, Fethi Okyar’ın kurduğu ikinci bir parti ile çok partili döneme girmiş oldu.
Fakat 3 ay gibi kısa bir zamanda bu parti üyelerinin ve destekçilerinin ayaklanmaları ve memlekette isyanlar çıkartmaları sonucu parti tekrar kapatıldı. Bazı siyasiler kapatılmaya karşı çıktı; “demokrasinin aksaklığını yine demokrasi ile düzeltilmelidir” savı paylaşıldı herkesçe. Ama olmadı. Tek parti dönemi 1950 yılına kadar sürdü.
1946 yılında 2. Dünya Savaşın sonlandı. Dünya koyu bir dinginliğe kavuştu. İsmet Paşa da Türkiye Cumhuriyeti’ni Demokrasi ile yönetilmesi için çalışmalara başladı. Siyasetçiler bir parti kurup siyasete girmede ürkeklik gösteriyorlardı. İsmet İnönü’nün Savaş arkadaşlarını ve öbür siyasetçileri cesaretlendirdi. Sonunda Demokrat Parti Kuruldu. Celal Bayar da İsmet İnönü’nün zorlamasıyla Başkan oldu. Başta Adnan Menderes olmak üzere toprak ağaları ile dolu olan Demokrat Parti, 14 Mayıs1950 de yapılan genel seçimlerde çoğunluğu elde ederek iktidar oldu. Böylece Türkiye Cumhuriyeti ve ATATÜRK 'ün Devrimleri Altın Tepsi ile D.P.ye verildi.
Bir ay sonra 16 Haziran1950 günü, DP’nin ilk çalışması yapıldı; ne mi yapıldı? Türkçe okunan ezanın dili serbest bırakıldı. Böylece memleketin en büyük sorununa (!) el arttırmış oldu. Artık ezan minarelerden Arapça gürlüyordu. Al sana demokrasi, yeme de yanında yat. Atatürkçü siyasilerimiz bu kötü başlangıcı yine demokrasinin önleyeceği inancı ile içlerini rahatlattı.!! 1990'lı yılların başında da Laikliği koruyan 163 madde kaldırıldı. Hâlâ demokrasi düşü görenler bir türlü uyanamadı.
Devrimler Türkiye Cumhuriyeti binasının beton temelleriydi. Ezanın serbest bırakılması ile Cumhuriyet binasında ilk darbeyi alan temel taşı bu oldu. Cumhuriyet binasının yıkılması kaçınılmazdı artık. Bugün işte bizler bu yıkımı yaşamaktayız.
Demokrasi, çoğunluğu bilinçli ve bilgili halk topluluklarında işe yarar. Bizdeki gibi orta çağdan kalmış hilafet sever ve cahil bir halkın yönetimi değildir, demokrasi. Bir TV programında Aysun Kayacı Hanımın dediği gibi “dağdaki çoban ile benim oyum ya da bir Ord. Prof.ün oyu aynı olur mu? “(Bu lafı ettiği için Hanımın başı derde de girdi o zaman) Aynı olursa, o memlekette demokrasi olmaz, bizim şu anki durumumuz olur.
Benim aklıma gelen bir çare: lise diploması olmayana oy hakkı tanımamak.(?)
M.Ö. 399 yılında Sokrates yukarda anlatılan demokrasi yamukluğu için aşağıdaki örneği vermiş:
Limanlardan günlerce uzaklarda denizin ortasında seyreden bir gemide diyelim ki, 300 yolcu ve 20 gemi adamı var. Kaptanın ani ölümü ile gemi kaptansız kalır. Gemiyi yönetecek bir kaptan seçilmesi gerek. Soru şu:
300 yolcunun seçimi mi? Yoksa 20 gemi adamının seçimi mi? Daha doğrudur? Soru yanıltıcı değildir ve isabetlidir?
Sorunun yanıtını yazmaya bile gerek yok, çünkü yanıt ortada…
Sadece bilinçli insanların vereceği oylar ile demokrasi bir toplumda uygulanabilirliğini koruyabilir. Bu titizliği göstermeyip bizim yaptığımız gibi demokrasiyi uygularsak 75 yıl sonra şimdi yaşadığımız duruma düşeriz. Nitekim TÜRKİYE artık yobazların, din tacirlerinin kaynadığı, birçok özgürlüklerin yok olduğu, bir Arap ülkesi olma yolunda.
Çok yazık.!!!
Sağlıcakla Kalın
İlhan Özerdim Mk.53
Yorumlar