top of page

Denizde Neden Çalıştım? Denizi Neden Bıraktım?


Hüseyin Cahit YALÇIN

Diyalektiğin babası Efesli Heraklit (Herakleitos), değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu "Aynı nehre iki kez girmek mümkün değildir; çünkü nehre bir kez daha girdiğimde hem ben hem de nehir değişmiştir" sözleriyle belirtmiş. Dünyada her şey değişiyor. Bazı eski ve güzel alışkanlıklar, uygulamalar, yaşam tarzları maalesef yok oluyor, ancak yerlerine yenileri ve daha güzelleri geliyor. Hayatımız kolaylaşıyor; konforumuz, emniyetimiz, refahımız artıyor. Bununla birlikte, eski kötü şeyler de yok oluyor, fakat yerlerini belki onlardan daha kötü illetler doldurmakta gecikmiyor. Bayramlar eskiyor, bizler yaşlanıyoruz, zaman geçiyor, hayat akıyor.


Yüksek Denizcilik Okulu'na ikinci tercih olarak girdim, 1984 yılında 165 arkadaşımla birlikte mezun oldum. Denizcilik mesleğini seçmiştik, büyük bir heyecanla gemilere atandık, dünyanın dört bir yanına dağıldık. Bir ara nefeslenmek için askerlik görevim için 10 aylığına durduğumu hatırlıyorum, ancak onu da gemide ve denizde yaptım. Sonra Forrest Gump gibi koşmaya devam ettim. 17 yıl sonra, 2001 yılında durduğumda, dünyada gitmediğim sadece birkaç yer kalmıştı. Her yeri evimi, mahallemi hatırlar gibi hatırlıyordum. İşin garibi, kendi evimi ve mahallemi de ancak diğer yerler kadar hatırlıyordum.


Bu kadar yeter dedim. Çalışmanın sonu yok. Para zaten çalışsan da yok, çalışmasan da yok. Ne kadar çok kazansak o kadar hızlı harcıyoruz. Boş ver, otur evinde. Denizde az daha çalışsam sanki ölene kadar çalışacakmışım gibi geldi. Çok sevdiğim mesleğimi, kaptanlığı bıraktım ve eşimin deyişiyle "kaptan eskisi" oldum. Mesleğimi severek ve gururla yapıyordum, peki neden bıraktım? Birkaç nedeni var; sanıyorum tüm denizci arkadaşlarım da kendi karakterlerine göre değişen sürelerde aynı nedenlerden dolayı denizi bırakmışlardır.


Denizcilik gerçekten çok zor bir meslektir. Navigasyon hocamız Sayın Kaptan Engin Derinsu, "Bizler balıkların, kuşların dünyasına tecavüz etmişiz. İnsanoğluna yabancı bir ortamda yaşayan mütecaviz insanlarız" derdi. Tüm sevdiklerinizden ayrılırsınız. Bir geminin içinde dünya kazan, siz kepçe dolaşır durursunuz. Bir yerde barda kavga edersiniz, başka bir yerde yöneticiler ile yemek yersiniz. Sevdiklerinizin hasreti bir yandan, kara hasreti bir yandan, deniz ve hava koşulları başka yandan sizi zorlar. Sallanmadan, rüzgarın ulumasını, dalgaların kükremesini duymadan bir gece olsun uyuyabilmek için günleri sayardık. O toprak kokusuna nasıl hasret kaldığımızı, karaya yaklaşırken nasıl doya doya içime çektiğimi hâlâ dün gibi hatırlıyorum. FM radyo, karaya 50 mil kala çekmeye başlardı ve hasretle bulduğumuz ilk istasyonları dinlemeye başlardık. Televizyon daha da zor çekerdi. Ivır zıvır ne varsa karlı siyah beyaz izler, bir şeyler anlamaya çalışırdık. Telsiz başında veya ufak dünya bantlı radyolarla saatlerce Türkiye’nin Sesi radyosunu arar, haberleri almaya çalışırdık. Yine de pek çoğumuz işimizi severdik.


Denizcilik mesleğimin ilk yıllarında çok zevkli seferler yapıyorduk. 30-35 kişilik bir personelimiz vardı; dolayısıyla iş yükü çok ağır değildi. 3 kamarot her isteğimizi yerine getiriyor, yataklarımızı yapıyor, çayımızı kahvemizi peşimizden taa baş üstüne getiriyordu. Günde 10-12 saat çalışmamız yeterliydi. Denizde 8 saat vardiya ile geçiyor, 3-4 saat da güvertede çalıştık mı yetiyordu. Limanlarda 8-10 saat nöbetçi zabitlik yapıyorduk. Hele bir de gece postası yoksa işimiz çok daha kolay oluyor, 3 akşamda bir gemide kalıyorduk. Limanlar deyince burada bir durmak lazım; çünkü gemilerimiz limanda gerçekten duruyordu. Amerika seferlerimizi şimdi herhalde üstüne 10.000 dolar versek yapamayız. Doğu kıyısında veya Körfez’de 7-8 limana gidiyor, şehrin göbeğine yanaşıyor, her limanda 2-4 gün kalıyorduk. Hele bir de hafta sonuna denk geldiğinde postalar hiç çalışmıyordu.


Sonra kuru yük gemilerinden ayrılıp dökme yük gemilerine geçtim. İş daha cazip bir hâl aldı. Brezilya, Kenya, Tayland, Vietnam, Rusya, Güney Afrika, Arjantin, Avustralya, Filipinler... Neresini istersen, seç beğen al. 15 gün mü kalmak istersin, 30 gün mü? Çoğu yerde o kadar çok kalıyorduk ki paramız bitiyordu. Fakir ülkelerde eski şortlarımızı, sabun, deterjan fazlamızı satıyor veya hediyelik eşya ile değişiyorduk. Üç gemimde 20’şer ay hiç izin yapmadan çalıştım. Birkaç gemide de 12-13’er ay. Çalışma ortamı böyle olduktan sonra niçin çalışılmasın ki? Gerçekten hem gezip öğreniyor, hem de çalışıp faydalı oluyor ve para kazanıyorduk.


Sonra konteyner taşımacılığı çıktı, mertlik bozuldu. Liman süreleri azaldı. Şehir içindeki limanlar büyük gemilere kapandı. Personel sayıları düşmeye başladı, eksilen her kişinin işini başkası üstlenmeye başladı. 2001’de Hollanda Bayraklı son gemimden ayrıldığımda 2 yıldır 12 personel ile çalışıyor ve kaptan olarak vardiya tutuyordum. Kamarotumuz yoktu. Kontinant seferinde, İngiliz Kanalı’nda kaptan köprü üstüne çıkıyor, 08-12 ve 20-24 vardiya tutuyor. Gece pilot alınıyor, 8 saat kanal seyri. Sabah 5-6 gibi Antwerp’e bağlanıyor. Derhal yükleme ve boşaltma başlıyor. Acente, kumanya, yakıt, Port State Control, gemi sahibi, liman ilgilileri, stevedor gemide. 12 kişi ile yükle, boşalt, balast al, balast bas, kumanya al, yakıt al, yükü bağla. Makine bakımlarını yap. Gece kalk, hiç uykusuz kanalı geri geç, sabah pilotu bırak, aynı işleri Rotterdam için yap. Oradan kalk aynı akşam Bremen, Hamburg, yine aynı kanal, yine aynı tempo. Gerçekten insan direncini aşırı zorlayan bir tempo.


Denizde çalışmayı bırakmamın en önemli nedenlerinden biri de denizciye müdahale ve suçlama kültürünün iyice gelişmesiydi. Mesleğimizin ilk yıllarında kaptan, adeta denizde Allah’tan sonra geliyordu. Geminin ve içindekilerin kaderi onun vereceği karara bağlıydı. Eskiden yükü, gemiyi satar, nikâh yaparmış. Her karar onda, tüm sorumluluk da onunmuş. Haftalarca şirketle haberleşme imkânı olmazmış. Gittiği ülkede devletini temsil eder, yetkililerle karşılıklı ziyaretler yapılırmış. Kaptanlık yaptığım ilk yıllarda özellikle uzak seferlerde acenteler bizleri ağırlamaya, ikrama büyük özen gösterirler, kaptanı kendilerine sevdirmeye çalışırlardı. Telgraf ile gelen yarım sayfalık sefer talimatı ile 3 aylık seferi bitirirdik. Fakat modern teknoloji ile, önce teleks, sonra faks, telefon, cep telefonu ve e-posta derken kaptanın manevra alanı kalmadı. Sorumluluk güya onda ama yetkisi yok. Disiplin kalmadı. Her gün telefonla talimat geliyor.


Denizi bırakmamın bir diğer nedeni de, gemideki son birkaç yılımda konuştuğum kişilerin gözlerinde bir ifade algılamamdı. Belki bana öyle geliyordu, ama sanki gözleri, “yazık, aslında iyi bir adama benziyor ama bu yaşta hâlâ denizde çalıştığına göre demek ki başarısız biri, karada bir iş bulamamış” der gibiydi. Denizde kalite düşüyordu ve siz 17 yıl sonra hâlâ denizde çalışıyorsanız kalitesiz oluyordunuz. Büyük denizci diye sevdiğimiz, saygı duyduğumuz, bilgisine güvendiğimiz ağabeylerimiz hep karada iş bulmuşlardı. Sınıf arkadaşlarımdan, 2001 yılında denizde çalışmaya devam edenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyordu. Demek ki ben denizi sevmekle ve denizde çalışmaya devam etmekle hata yapıyordum. Bıraktım...


Yazımı bitirirken konuyu başka bir meseleyle bağlamak istiyorum. Denizi bıraktım ama yine de 17 yıl çalıştıktan sonra bıraktım. Şimdi, “iyi ki o kadar çalışmışım” diyorum. İşimde her gün o tecrübemin faydasını görüyorum. Başka arkadaşlarıma çok zor gelen birçok teknik konu bana yemek içmek gibi kolay geliyor. Hepimizin birçok eksiği var, fakat denizde az çalışan ve denizcilik sektöründe çalışmaya devam edenlerin eksikliklerinin daha fazla olduğunu görüyorum. Denizi erken bırakan, en azından kaptanlık veya başmühendislik yapmadan bırakanların yaşadığı zorlukları görüyorum ve “Keşke erken bırakmasaydınız” diyorum. Bizler profesyonel denizci olmak üzere eğitilmiş kişileriz. Ancak okul, sadece temel disiplini ve bilgileri veriyor, bir de etiket sağlıyor. Ne öğrenilirse denizde öğreniliyor. Yukarıda bahsettiğim tüm iyi ve kötü tecrübeler gerçektir ve bilginin yanı sıra değerli deneyimlerdir.


Şimdi de her gün hâlâ ne kadar bilgisiz olduğumu, öğrenilecek ne kadar çok konu olduğunu görüyorum. Bilgi zamanla öğrenilir ama deniz tecrübesiyle yoğrulmadan karaya geçerseniz bir kolunuz eksik kalır, işinizde hep birilerine muhtaç olursunuz.


Denizcilik hâlâ gözde bir meslek. Birçok genç denizcilik mesleğini tercih ediyor. Okullar yüksek puanlarla öğrenci alıyor. Her yıl yüzlerce yeni mezun veriliyor. Ancak, bakıyoruz ki birçoğu daha hiçbir şey görmeden, bir iki yıl içerisinde karaya geçiyor. Bu sefer denizdeki istihdam açığı azalmıyor, kurslarla ve yabancı denizcilerle palyatif çözümler aranıyor. Elbette herkesin kendine göre bir doğrusu var. Bu konuda kimse kimseyi yargılayamaz. Ancak, teknik açıdan, denizciliğin gelişmesi açısından bakıldığında, denizi erken bırakmak denizcilik mesleği için iyi değil.


Hocamız Engin Derinsu bizleri denizden yeni çıkmış pırıl pırıl demir baklalarına benzetirdi. Kendisini ise “biz loçadan geçtik, ırgattan zincirliğe girmek üzereyiz” diyerek tanımlardı. Biz de loçadan geçtik herhalde ama daha zincirliğe epey yolumuz var. Sudan yeni çıkmış arkadaşlara nasihat verecek kadar büyük değilim ama yine de benden tavsiye; genç arkadaşlarım, en azından kaptanlık veya başmühendislik yapmadan karaya geçmesin, mümkünse en az 10 yıl kadar denizde çalışsınlar. 30-32 yaşında denizden ayrıldıklarında, denizi erken bırakan diğerleri ile arada (eğer denizdeki zaman iyi değerlendirilmişse) çok büyük bir tecrübe farkı olacak. O zaman yine çok rahat iş bulacak, kendileri gibi tecrübeli arkadaşlarla el ele vererek birbirlerinin eksiklerini kapatarak iş yerlerine çok daha faydalı olacaklar.


Kaptan Hüseyin Cahit YALÇIN 84 Gv.

1 comentário

Avaliado com 0 de 5 estrelas.
Ainda sem avaliações

Adicione uma avaliação
ozcan durukan
ozcan durukan
01 de nov. de 2024
Avaliado com 5 de 5 estrelas.
Curtir

Bize Ulaşın

YDO RUHU

Bu sayfada görmek istediklerinizi,

Fikirlerinizi Bizimle Paylaşın   

YDO okul brövesi

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page