M/T Amiral M. Ali Ülgen Ana Mk. Onarım
- KIVANÇ ERGÖNÜL
- 12 Ara 2024
- 6 dakikada okunur

1980 ya da 81'de M/T M. A. Ülgen'den BOD Müdürlüğü'ne gelen telgrafta ana makinenin bilmem hangi silindirinin kroshed (CrossHead) yağlamasını sağlayan dirsekli yağ borusunun kırıldığını ve yetersiz yağlama ile yola devam ettiklerini, Lizbon'a girince onarımın ele alınması konusunda bilgi veriyor. (Ana Mk. Sulzer RND76)
BOD Müdürlüğü bu iş için beni görevlendirdi. O sırada eş gemi M/T Fahri Engin İstinye Tersanesi'nde bakımdaydı; “Önce Fahri Engin'e git. Kırılan parçanın eşini oradan sök, al. Biz de sana büyük bir bavul alacağız. Bavula parçayı güvenli biçimde yerleştir. Bavulu yanına al. Atla uçağa, Lizbon'a git.”
Söylemesi kolay, sanki İstanbul'da bir evden öbürüne taşınıyoruz!!! Ne yaparsın, “emir demiri keser” demişler, boş laf etmemişler, gerçekten!!! Ben sırat köprüsünden nasıl geçerim (yani parça yüklü bavul ile nasıl Lizbon'a giderim?) derdindeyken, beni seven ve iyi tanıyan değerli bir ağabeyimiz de “İlhan, işi seçeceğin bir onarımcıya ya da tersaneye ver, sen de temiz giysilerin üzerine giydiğin temiz tulumun ve boynundaki kravat ile işçilerin çalışmalarını izle ve yönet. Kesin olarak hamal gibi sen çalışma.” öğütlemesini benden esirgemedi. Ben bunları 'laf olsun torba dolsun' diye yazmıyorum. Bu, beni iyi tanıyan değerli ağabeylerimden biridir.
Bavulu yüklendim. Yeşilköy Havaalanı'nda gümrük memurunun önüne koydum. “Bu nedir?” diye sordu, kişisel eşya olmayan, kocaman acayip yükü göstererek.
“Lizbon'da bulunan gemimizin ana makinesinin kırılan parçasının eşi. İstanbul'daki kardeş gemiden söktüm, oradaki gemiye götürüyorum, kırılanla değiştirmek için.”
“Böyle yükler kargo ile gider. Bu senin donun, gömleğin değil ki!!!”
“Çok haklısın, ama bunun kargo ile gitmesi en az 5-6 gün sürer. Gemi günlük 9 bin dolar kirada; iş ne kadar uzarsa yitireceğimiz dolarlar da o kadar çok olur. Üstelik bu devlet gemisi. Sen ve ben devlet memuruyuz. Maaşlarımız bu kazançlardan çıkıyor.”
“Yani vatanı kurtarmak bize mi kaldı?”
“Ne yazık ki, öyle; sen anlayış gösterip göz yumacaksın, ben de hamallığını yapacağım” dedim. Hırsla bavulun kapağını kapattı; “Hadi al bavulunu git” dedi.
Uçakta koltuk komşum Amerikalı gazeteci bir hanım, şişmanca ama güzel. Konuşmaya başladık. Laf lafı açtı, geldi siyasete dayandı.
“Orta Doğu nire, Amerika nire? Arada 15 bin km. deniz var. Amerika'nın Orta Doğu'da ne işi var, Hanımefendi?”
“Amerika Orta Doğu'ya demokrasi ve iyi insan ilişkileri götürmek istiyor, Orta Doğu projesi ile.” (Şimdi ODP, biz de eş başkanı olduk ya!!!)
“Canım, Amerika kendi içindeki düzensizliği düzeltsin, yeter.”
(Bu sözümona projenin arka perdesinin ne olduğunu ikimiz de biliyoruz aslında, ama nezaketen dile getirmedik.)

Yolculuğumuz iki aktarmalıydı: Roma ve Madrid. Fakat Madrid'deki aktarmada bizi (Amerikalı gazeteci ile 5-6 kişiydik) Lizbon'a götürecek uçağı kaçırmışız. Ertesi gün Lizbon'a uçmak üzere o gece Pan Amerikanın konukları olarak bir otele götürüldük. Ertesi gün Güney Afrika'dan gelen bir Boeing 747 ile Lizbon'a uçmak üzere otelden alındık. Sonunda Lizbon Havaalanı'na kavuşabildik, ama bavullarımız Madrid'te kalmış. Ertesi gün bavulların gelmiş olduğu bilgisi üzerine, acente ile ben bavulumu almak üzere Lizbon Havaalanı'na gittik.
Sıkı bir arama yapılmadan yolcular bavulları ellerinde görevlilerin önünden geçerek dışarı çıkıyorlardı. Ama ben bu şansı kullanamadım. Çünkü sözüm ona kişisel eşyam olan ağır parçanın borusu bavulu delip dışarıya kendini fırlatmış “ben buradayım” diye haykırıyor sanki. Bunu gören gümrük memuru bavulu açtırdı. “Bu nedir?” diye sordu. Durumu açıkladım. Kendi vatandaşı olan acente de benim söylediklerimi doğruladı. Memur anlayış göstererek “yalnız yönetmelik gereği 50 dolar ceza kesmek zorundayım” dedi. Ben büyük bir rahatlama ile “hay hay, hemen ödeyelim” dedim. Ödedik ve çıktık. Görevlinin gösterdiği anlayışa imrenmiştim. Ne de olsa onların memleketi bizim memleket gibi üç değil tek taraflı denizle çevrili olduğundan denizcilerin sorunlarına yaklaşımları daha akılcı oluyor!!!
Benim gemiye girişim hafta sonuna doğru, perşembe, cuma gibi oldu. Gemi yükünü boşaltıyor ve sonlanması pazar akşama doğru olması söyleniyor. Benim kafam işi dışarıya mı versem, makine personeli ile ben mi yüklensem seçenekleri arasında gidip geliyor. Şartnameyi hazırlayıp acente kanalı ile tersanelere ulaştırırsam, onların işi görmek için gemiye gelmeleri pazartesiden önce olmayacağı kesin. Yük boşaltımının sonlanması sonucu Lizbon'un ortasından akan Tejo nehrine demirlemiş olan gemiye bunların gelmesi, yapılacak sökme, onarım ve toparlama işlerinin planını iş yerlerine götürüp fiyat ve zaman saptanmasının bana ulaştırılması, benim incelemem sonucu işi verdiğim tersanenin gemiye gelip işe başlaması en iyimser çıkarımla 10 gün alır. Onarım süresini de hesaba katarsanız, bu iş 15-20 günde ancak tamamlanır. Ben makine personeli ile 3-4, hadi diyelim 5 günde bu işi bitirebileceğim inancı ile işi dışarı vermemeye karar verdim. İşin en az 10 gün uzaması şirketin 90 bin dolar yitirmesine neden olacaktı; buna gönlüm razı olmadı. (Günlük kira 9 bin dolar)

Boşaltmanın bitiminin ertesi günü sabah boynumdan kravatımı çıkarıp attım. Tulumu sırtıma geçirdim ve işe başladım. İşe kendimi öylesine vermişim ki, çarkçıbaşı (Bahriyeden emekli) dışında yanımda çalışan zabit ve makine adamlarının hiçbirini anımsamıyorum.
Pistonu askıya aldık, iki kroshed yataklarını söktük. Böylece piston kol ile krank kolunu ayırmış olduk. Baş ve kıç sliperleri de söküp hepsini dışarı alıp yere serdik. Bu parçalar iyice temizlenip ABS'in denetimine hazırladık. Bütün bu parçalar arasında sadece kıç sliperin yatak metalinde çok bozulma ve hasar vardı. Öbür yataklarda önemsiz küçük hasarları hemen düzeltiverdim. Bu işler gece saat 11'de bitti ve ben kaptanla görüşmek üzere yukarı çıktım.
Tepeden inme gelen bu tatilin tadını çıkarmak için zabit arkadaşlar bir çilingir sofrası etrafında demleniyorlardı. Ben de heveslendim ve sırtımdaki tulumla onlara hemen katıldım. Kpt. Levent Akson (Gv.73) ve YDO mezunu olmayan Yaşar Aysoy (Gv.44, Kpt. Ziya Turan'ın akrabası) dışında oradaki arkadaşların çoğunu şimdi anımsayamıyorum. Bir de D. B. Deniz Nakliyatı tarafından Lizbon Acentesi'nde görevlendirilmiş olan bir delikanlıyı ve onun hanım arkadaşını anımsıyorum. Hanım, kirli tulumla gelip herkesin ilgisini çeken ve teklifsizce sofraya katılan benim kim olduğumu merakla sordu.
“Şirketin Mk. Enspektörü, İstanbul'dan geldi; geminin ana makinesinde oluşan arızayı gidermek için.”
Sonradan hukuk müşaviri olduğunu öğrendiğim hanım: “Yani bu bey taa İstanbul'dan buraya gelip, geminizin hareketini engelleyen sorunu çözecek, doğru mu anlıyorum?” “Evet” yanıtını alan ve masanın öbür ucunda oturan hanım yerinden kalktı, yanıma geldi, elimi sıkarak “sizi tanımaktan kıvanç duydum, sizi kutlarım” dedi. Teşekkür ederek ben de şunu anladım ki; sadece bir yanı denizle çevrili bu ülkenin bir insanı, boyunbağsız kirli tuluma karşın bir denizciyi iyi değerlendirebiliyor.
Paydos edip yukarı çıkmaktaki amacım yukarıda okuduğunuz partiye katılmak değil (zaten bilmiyordum), “ben her şeyi hazırladım, denetim için. Yarın ABS Sörveyörünü hemen çağıralım” önerisini bildirmekti Süvari Bey'e. Zaten acente elemanı da orada bulunmasıyla öneri kendiliğinden işleme girmiş oldu.

Ertesi gün gelen ABS sökülen bütün parçaları iyi buldu. Çok bozuk olan kıç sliper için “fazla uzatmadan, ilk fırsatta yenilenmek koşulu ile yatak metalini raspa ile olabildiğince düzeltin, yağ kanallarını açın” önerisinde bulundu.
Salı ve çarşamba büyük bir titizlikle sliper üzerinde çalıştım. Elimden geldiğince yatak metalini düzelttim ve yağ kanallarını açtım. Bu arada makineyi donattık, sadece sliper dışarıda kaldı.
Perşembe sabahı ABS geldi. Sliper yatağını inceledi. Çok beğendi. “Yeni gibi olmuş, yenilenmesine gerek yok” diyerek “ilk fırsatta yenilensin” maddesini notlarından sildi. Ben Eylül 1981'de emekli oluncaya kadar adı geçen sliperden olumsuz bir haber gelmedi.
Sliperi ve İstanbul'dan getirdiğim yağlama dirseğini yerlerine bağladık. Makineyi tornaçark ile döndürdük. Piston gezinimin belli bir yerinde bizim yağlama dirseği horoz gibi ötüyordu. Belli ki dirsek yeni sahibini beğenmemiş ve pistonun bir konumunda dirsek kasılıyor ve ses yapıyordu. Vakitsiz öten horozu keser özdeyişine uyarak ben de dirseğin kroshede bağlı olduğu krom kaynağından ayırdım. Piston gezinimin her konumunda dirsek, oynak parçalarının rahatça oynayacak şekilde dirseği yeniden kroshede kaynakla bağlattım. Gemide krom-nikel kaynağı olmadığı için dışarıdan bir atölye yardımı aldım. Bu iş gemiyi bir gün geciktirdi.
Gemi cuma öğleden sonra kiraya girmeye hazırdı. Kiralayan işi pazartesiye ötelemek istedi. Biz kalkışa hazır olduğunuzu yineleyerek yeni sefer için yönerge beklediğimizi söyledik. Ben gemiden çıktım. Gemi kalktı. Acentedeki Türk arkadaşımızın yardımı ile güzel bir pansiyona yerleştim. Vurdum kafayı yattım. Cumartesi günü öğlene kadar uyumuşum. Öğleden sonra acentedeki arkadaş (delikanlının adını anımsayamadım, gitti) geldi. Beni gemide tanıyan hanım arkadaşı Türk yemekleri eşliğinde uluslararası bir parti düzenlemiş. Beni de çağırıyor partiye.
Fasulye pilaki, barbunya pilaki, kuru fasulye, pilav, köfte, çoban salatası ilk anımsadığım yemekler.
İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda, Almanya ve Danimarka vb. memleketlerden entel kişiler partisi. Oldukça kalabalık bir parti, Türk yemeklerinin tatlandırdığı bir birliktelik. Ben bir İngiliz öğretmen hanım ve Portekizli bir uçak pilotu ile yakın ilişki içindeydim, çoğunlukla. Çok eğlenceli ve zevkli bir akşam yaşadım o gece. Aferin hukuk müşaviri Portekizli hanıma.
Ertesi gün pazar, acentedeki arkadaş beni Lizbon'daki halka açık pikniğin yapıldığı büyük parka götürdü; güzel giyimli insanlar, dekolte, albenili şirin kızlarla doluydu park. Bir sürü seyyar satıcının yiyeceklerini bu insanlar alıp mideye indiriyorlardı.
“Birer çekirge sandviç yiyelim” dedi arkadaşım!!!
“Olamaz yahu; bu ufacık böceğin midesi, ince bağırsağı ve kalın bağırsağı temizlendi mi?”
“Hayır, temizlenmiyor, bütünü ile pişiyor.”
“Yani biz şimdi pişmiş b.k mu yiyeceğiz? Ben yokum bu işte. Sen kendine al, ye. Afiyet olsun.”
Fakat arkadaşım inatçı; bir türlü bana b.k yedirmekten vazgeçmiyor. Öyle çok baskı yaptı ki, kurtulmak için bir ısırık almaya “peki, peki” dedim ve gözlerimi yumup ısırdım!!! Kan ter içinde gözlerimi açtım. Bana büyük bir ilgiyle bakan arkadaşıma, “sen git kendine başka bir sandviç al; bu benim olsun” dedim. İyi mi?
Pazartesi benim İstanbul'a dönmem için acente uçak arayışına başladı. Salı günü öğleden sonra 2 ya da 3 (unutmuşum) aktarmalı bir uçuşu ayarlayabildi. Salıyı çarşambaya bağlayan gece İstanbul'a indim, eve gittim, vurdum kafayı yattım. Perşembe sabahı BOD Müdürlüğü'ne kavuşmuştum sonunda. Beni unutmuş olan BOD Müdürlüğü bu adam bu güne kadar neredeydi diye araştırma sonucu, geçen hafta Cuma günü Lizbon'da işi bitmiş, gemi de kalkmış, Ens. İlhan Bey de Perşembe günü İstanbul'da işe başlamış; iyi de bu arkadaş bir hafta neredeydi? sorusu kafalarda asılı kalıyor. Ara sıra bana sorulduğunda şaşkın ördek gibi “valla ben de bilmiyorum” oluyordu yanıtım. Ama okuyucum anlamıştır olan biteni umarım.
İlhan Özerdim (Mk.53)
Aralık 2024

İlk Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Mehmet Ali Ülgen'in Eyüpsultan'daki mezar taşı.
Aslen Rizeli Mahrabel ailesindendir. 1900 yılında girdiği Bahriye Mektebi'nden 1905 yılında mezun oldu.Yavuz Muharebe Kruvazörü ile Odessa ve Sivastopol bombardımanlarına katıldı.Harp Filosu Komutanlığı, Millî Savunma Bakanlığı Deniz Müsteşarlığı, Marmara Üssü Bahri ve Kocaeli Müstahkem Mevki Komutanlığı yaptı.1 Temmuz 1949 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığına atandı. 6 Haziran 1950 tarihinde emekli oldu.Mezarı Kaşgari Murtaza Efendi Cami yakınındadır. Her yıl 23 Temmuz günü Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından mezarı başında anma etkinliği düzenlenir. Çatışma/savaşları Sisam Vakası,
Balkan Savaşları,
Türk Kurtuluş Savaşı