top of page

Zaafların Döngüsü

Tarih, yalnızca kralların, imparatorlukların ya da savaşların kronolojisi değildir. Aynı zamanda insanlığın iktidar, adalet ve hakikatle verdiği mücadelenin aynasıdır. Yüzyıllar boyunca azınlıkların elinde toplanan güç ve servet, çoğunluğu baskı altına almak için farklı yöntemlerle kullanılmıştır. Manipülasyon, dogmalar ve sahte meşruiyetler; kitlelerin iradesini felç eden en eski araçlardır. Buna rağmen, tarihin her döneminde tabandan yükselen bir adalet ve liyakat talebi, bu yapay düzenleri yıkmış, toplumları yeni ufuklara taşımıştır.


zamanın kırılganlıgı
Zamanın Döngüsünde Zaafların Kırılganlığı

Mısır’da firavunlar kendilerini Tanrı ilan ederek halkın korkularını iktidarlarının harcı yaptılar. Piramitler yükseldi ama onları inşa eden milyonlar sefalet içinde yaşadı. Roma İmparatorluğu’nda senatörler ve patriciler, halkın iradesini manipüle ederek iktidarı kendi aralarında paylaştılar. Ancak M.S. 476’da barbar kavimlerin Roma’yı yıkışı, liyakatsizliğin ve yozlaşmanın en güçlü imparatorlukları bile ayakta tutamayacağını gösterdi. Bütün bu süreçlerde görüldüğü gibi, insanoğlunun zaafları –korku, çıkar, kibir– eninde sonunda toplumların büyük kırılmalarına yol açtı.


Orta Çağ’da Avrupa’yı kilisenin dogmaları zincirledi. Halk, cennetin anahtarının kilisenin elinde olduğuna inandırıldı. Cadılık dogması üzerinden on binlerce insan katledilirken, korkular ve batıl inançlar iktidarın aracı haline geldi. Fakat 1517’de Martin Luther’in Wittenberg’de başlattığı Reform, dogmaları parçaladı; akıl ve sorgulama yeniden doğdu. Aynı yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Kanuni döneminde liyakat temelli sistemle zirveye çıkarken, sonrasında rüşvet ve kayırmacılıkla çözülmeye başladı. Modernleşmeyi özünden kavramak yerine yalnızca taklit eden toplumlar, kendi özgün gücünü kaybetti. Dogmaların yerine yeni dogmalar konuldu; aklın yerine gösteriş ve şekilcilik geçti.


1789 Fransız Devrimi, monarşinin asırlık manipülasyonlarını yerle bir etti. “Ekmek” isteyen halk, Bastille zindanlarını yıkarken aslında bir çağın zincirlerini kırıyordu. Aynı yüzyılda Amerika’da doğan “halkın halk için yönetimi” ideali, dünyaya yeni bir yön çizdi. 20. yüzyıl başında ise Anadolu topraklarında, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden Cumhuriyet doğdu. Mustafa Kemal Atatürk, “en hakiki mürşit ilimdir” diyerek liyakat esaslı bir kadro anlayışını hayata geçirdi. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle de destanların yalnızca savaşlarla değil, barış ve kurum inşasıyla da yazılabileceğini gösterdi. Genç Cumhuriyet’in eğitimden ekonomiye, hukuktan bilime kadar yoktan var ettiği kurumlar, liyakatin dogmalara üstün geldiğinde nelerin başarılabileceğinin en yakın örneği oldu.


tarihsel kolaj
Yıkımlar ve Yeniden Doğuşlar

Tarih, yalnızca iyilerin değil, kötülerinin de öğretmenidir. İyiliğin ve kötülüğün anlamlarını yitirdiği noktada, döngüyü belirleyen şey insanoğlunun zaafları olur. Azınlık, çıkarlarını korumak için her defasında daha sofistike yöntemler geliştirir. Firavunların kullandığı dini korkular, bugün kitleleri yönlendiren algoritmalara dönüşmüştür. Bu yüzden her döngü, bir öncekinden daha zorlu hale gelir. Ancak insanoğlunun zekâsı kadar zaafları da tarihin belirleyici unsurlarıdır. Güç sarhoşluğu, kibir, açgözlülük ve liyakatsizliği görmezden gelme alışkanlığı… Bu zaaflar, ne kadar karmaşık olursa olsun kurulan düzenleri kırılgan hale getirir. Roma’nın çöküşünde bu vardı, Osmanlı’nın çözülüşünde bu vardı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasında da aynı zaaf karşımıza çıktı. Zalimler de tarihten ders alır, ama zaaflarını asla yenemezler. İşte bu yüzden hiçbir manipülasyon sonsuza dek hüküm süremez.


Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı, bu tarihsel döngünün edebî bir aynasıdır. Hayri İrdal’ın bireysel zaafları, Halit Ayarcı’nın sahte modernleşme girişimleri, liyakatsiz enstitü kadroları ve nihayetinde iyilik ile kötülüğün anlamını yitirdiği absürt bir kurum… Hepsi, tarihin bize anlattığı gerçeğin roman formunda somutlaşmış hâlidir. Tanpınar’ın satırlarında gördüğümüz ironi, aslında tarihin de tekrar tekrar önümüze koyduğu dersin bir yankısıdır: İnsan, zaaflarını aşmadıkça taklitçiliğin ve liyakatsizliğin döngüsünde debelenmeye mahkûmdur.


zaafların edebi yansımaları
Döngünün Edebî Yansımaları


Türk edebiyatında bu döngünün izleri sıkça görülür.


Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’ında, Anadolu köylüsünün Kurtuluş Savaşı yıllarındaki durumu üzerinden toplumun modernleşme sürecinde yaşadığı kopuş ve “aydın–halk” çatışması işlenir.


Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye’sinde Doğu–Batı ikilemi, modernleşmenin özünden koparılıp biçimsel bir taklide dönüşmesi üzerinden sorgulanır.


Halide Edib Adıvar’ın Sinekli Bakkal’ında Osmanlı son döneminde gelenek–modernlik çatışması bireyler ve toplumsal zaaflar üzerinden görünür kılınır.


Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında ise modern Türkiye insanının bireysel ve toplumsal uyumsuzluğu, liyakat yerine şekilciliğe sıkışmış bir dünyanın ironisiyle anlatılır.


Tüm bu eserler, farklı dönemleri ve bireyleri anlatsa da aynı hakikati fısıldar: İnsanın zaafları ve toplumların taklitçiliği, döngüyü hep yeniden üretir. Zaafların Döngüsü...


Zaafların Döngüsü
Zaafların Döngüsü


Bugün de benzer bir noktadayız. Aktörler değişmiş olabilir, ortamlar ve olanaklar farklılaşmış olabilir, ancak insan zaaflarıyla hep aynı noktada ve cevaplanması gereken soru aynı;


Tarihin bu döngüsünde bir kez daha manipülasyonun ve zaaflarımızın kurbanı mı olacağız?, yoksa bu kez liyakatin dogmalara, çoğunluğun refahının azınlığın çıkarlarına üstün geldiği yeni bir çağın kapısını mı aralayacağız?


Sevgi ve Saygılarımla,


Alper Akpeçe

04/09/2025

Bernard A Gemisi - Marmara

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin

Bize Ulaşın

YDO RUHU

Bu sayfada görmek istediklerinizi,

Fikirlerinizi Bizimle Paylaşın   

YDO okul brövesi

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page